DÜNYADAN ARAŞTIRMA GÜNDEMİ
MART 2025 | AYLIK
EĞİTİM ARAŞTIRMALARI
Öğretmenler, Danışmanlar ve Koçlar Tarafından Sunulan İnformel Mentörlük Öğrencilerin Uzun Vadeli Akademik Başarılarını Nasıl Destekliyor?
Deneyim Yoksa İstihdam Yok: Mesleki Eğitim ve Öğretimde İş Deneyiminin Yükseköğretim Sonrası İş Gücü Piyasası Sonuçlarına Etkisi
Ekonomik Koşulların Öğrencilerin Eğitim Beklentileri Üzerindeki Etkisi
Öğretmenlerin İlişki Kurma Becerileri ve Öğrenci Başarısı
TOPLUM ARAŞTIRMALARI
Ergen Babaların Deneyimleri: Nitel Bir Çalışma
Evlilik Memnuniyetinin Artması ve Azalmasının Bilişsel İşlev Üzerindeki Asimetrik Etkileri
Ebeveynlerin Çocukların İnternet Kullanımına İlişkin Kısıtlayıcı Aracılık Faaliyetleri: Neye ve Kime Göre Etkili?
Hızlandırılmış Bir Geçişin Sosyodemografik Analizi: İspanya'da Yalnız Yaşamanın Yükselişi
Genel Yayın Yönetmeni
Volkan Levent Akgünlü
Editör
Amine Ertürk
Hazırlayanlar
Banu Zehir
Fatma Betül Karalı
Grafik Tasarım
Yayın Türü
Bülten
Yönetim Yeri
Burhaniye Mah. Hacı Reşit Paşa Sok. No: 18
Üsküdar/İstanbul
İletişim
0216 422 00 22
Dünyadan Araştırma Gündemi, eğitim ve toplum bilimleri alanında akademik seçki sunan ücretsiz bir yayındır.
EĞİTİM
ARAŞTIRMALARI
Economics of Education Review
Economics of Education Review, 1981 yılında kurulmuş ve Elsevier tarafından yayımlanan, iki ayda bir çıkan, hakemli bir akademik dergidir. Eğitim ekonomisi üzerine odaklanarak, eğitim politikası ve finansmanı, beşeri sermaye üretimi ile beşeri sermayenin getirileri gibi konuları kapsamaktadır. Dergi, mikro veri ve net tanımlama stratejileri kullanan uygulamalı çalışmalara önem vermekte olup, ampirik, metodolojik ve teorik katkıları kabul etmektedir. Eğitim ekonomisi alanında araştırma yapanlar için Economics of Education Review, en güncel çalışmalar ve tartışmalar için değerli bir kaynak niteliğindedir.
Öğretmenler, Danışmanlar ve Koçlar Tarafından Sunulan İnformel Mentörlük Öğrencilerin Uzun Vadeli Akademik Başarılarını Nasıl Destekliyor?
How Informal Mentoring by Teachers, Counselors, and Coaches Supports Students’ Long-Run Academic Success
Giriş
Eğitim kurumları, yalnızca akademik bilgi aktarımının gerçekleştiği ortamlar değil, aynı zamanda öğrencilerin kişisel gelişimlerini destekleyen sosyal ilişkilerin kurulduğu alanlardır. Öğretmenler, danışmanlar ve koçlar gibi okul personelinin öğrencilerle kurduğu informel mentörlük ilişkileri, öğrencilerin akademik başarıları üzerinde derin ve kalıcı etkiler yaratabilmektedir. İnformel mentörlük ilişkileri, özellikle dezavantajlı öğrencilerin akademik başarısını artırmada önemli bir rol oynayabilmektedir. Bu ilişkilere dair var olan literatür çoğunlukla formel mentör programlarına odaklanırken, informel mentörlük ilişkilerinin önemi ve etkileri üzerine yapılan çalışmalar sınırlı kalmıştır. Bu çalışma, informel mentörlük ilişkilerinin nasıl geliştiğini ve öğrencilerin lise yıllarındaki akademik başarısını, üniversiteye devam oranlarını ve eğitim düzeylerini nasıl etkilediğini değerlendirmektedir.
Amaç
Bu araştırmanın temel amacı, okullarda öğretmen, psikolojik danışman ve koçların öğrencilerle geliştirdikleri informel mentörlük ilişkilerinin öğrencilerin kısa ve uzun vadeli akademik başarıları üzerindeki etkilerini incelemek ve bu tür ilişkilerin hangi okul ortamlarında daha fazla oluştuğunu belirlemektir.
Yöntem
Temel Bulgular
Sonuç
Bu çalışma, okullarda öğretmenler, danışmanlar ve koçlar tarafından sağlanan informel mentörlük ilişkilerinin öğrencilerin akademik başarısı ve eğitim süreleri üzerindeki etkisini ortaya koymaktadır. Özellikle, bu tür mentörlük ilişkilerinin öğrencilerin lise akademik başarılarını artırdığı, üniversiteye kayıt olma oranlarını yükselttiği ve eğitim sürelerini uzattığı tespit edilmiştir. Çalışmanın en önemli bulgularından biri, mentörlük ilişkilerinin, özellikle sosyoekonomik durumu düşük öğrenciler için daha büyük fayda sağladığıdır. Araştırma ayrıca, okul ortamlarının mentörlük ilişkilerini teşvik etme potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir. Az mevcutlu ve öğrencilerin kendilerini ait hissettikleri bir okul kültürü, mentörlük ilişkilerinin oluşma olasılığını artırmaktadır. Sonuç olarak, bu çalışma okullarda informel mentörlük ilişkilerinin eğitimde fırsat eşitliğini artırabilecek önemli bir faktör olduğunu göstermektedir. Eğitim politikalarının, öğretmenleri ve okul personelini öğrencilerle daha yakın ilişkiler kurmaya teşvik eden stratejiler geliştirmesi ve mentörlüğün eğitim sistemine entegre edilmesi önerilmektedir.
Kaynak: Kraft, M. A., Bolves, A. J., & Hurd, N. M. (2023). How informal mentoring by teachers, counselors, and coaches supports students’ long-run academic success. Economics of Education Review, 95, 102411. https://doi.org/10.1016/j.econedurev.2023.10241
Deneyim Yoksa İstihdam Yok: Mesleki Eğitim ve Öğretimde İş Deneyiminin Yükseköğretim Sonrası İş Gücü Piyasası Sonuçlarına Etkisi
No Experience, No Employment: The Effect of Vocational Education and Training Work Experience on Labour Market Outcomes after Higher Education
İş gücü piyasasında deneyimli çalışanlara olan talep giderek artmaktadır. Çalışanların iş deneyimi kazanmaları hem işverenlerin eğitim maliyetlerini düşürmekte hem de mezunların iş bulma süreçlerini hızlandırmaktadır. Bu bağlamda, birçok yükseköğretim kurumu zorunlu veya isteğe bağlı stajlar sunarak öğrencilerin mezun olmadan önce iş deneyimi kazanmalarını teşvik etmektedir. Özellikle mesleki ve teknik eğitim programları (MTEP), öğrencilere teorik bilginin yanı sıra doğrudan işyeri temelli deneyim sunarak mezunların erken dönemde iş bulma ve daha yüksek gelir elde etme şansını artırmaktadır. Bu programlar yoluyla edinilen iş deneyiminin, yükseköğretim sonrası istihdam koşullarını nasıl etkilediğini anlamak hem eğitim politikaları hem de öğrencilerin kariyer planlamaları açısından önem taşımaktadır. Bu çalışma, mesleki eğitim ve öğretim programlarında kazanılan iş deneyiminin yükseköğretim mezunlarının istihdam sonuçları üzerindeki etkisini analiz etmektedir.
Amaç
Bu araştırmanın temel amacı, üst-ortaöğretim düzeyinde mesleki ve teknik eğitim (özellikle ikili sistem) yoluyla kazanılan iş deneyiminin, yükseköğretim mezunlarının iş gücü piyasasına giriş süresini, ilk maaşlarını ve uzun vadeli kariyer durumlarını nasıl etkilediğini incelemektir.
Yöntem
Temel Bulgular
o İnsan sermayesi birikimi (human capital): MTEP mezunları hem genel hem de spesifik iş becerileri kazanmaktadır.
o İşe alım sürecinde ayrıştırma (screening): İşverenler, MTEP deneyimi olan mezunların daha verimli çalıştıklarını düşündükleri için bu mezunları tercih etmektedir.
o İşverenlere sinyal gönderme (signalling): MTEP mezunları, daha yüksek üretkenlik göstergeleri sunarak iş piyasasında avantaj kazanmaktadır.
o Ancak, sosyal ağlar (networking) mekanizmasının önemli bir rol oynamadığı bulunmuştur. Yani, MTEP mezunları iş bulurken bağlantılarından daha az faydalanmakta ve işverenlerin doğrudan beceriye odaklanarak işe alım yaptığı görülmektedir.
Sonuç
Bu çalışma, mesleki eğitimde kazanılan iş deneyiminin, mezuniyet sonrası iş gücü piyasası sonuçları üzerindeki etkisini analiz ederek önemli bulgular sunmaktadır. Özellikle, MTEP mezunlarının mezuniyet sonrası ilk yıllarda daha yüksek maaşlar aldığını ve iş bulma süresinin daha kısa olduğunu göstermektedir. Bu bulgular, mesleki ve teknik eğitimin yalnızca ikinci bir seçenek olmadığını, akademik eğitim kadar değerli bir yol olabileceğini ortaya koymaktadır. Eğitim politikası yapıcıları açısından bu bulgular, mesleki ve teknik eğitimin kalitesinin artırılması ve öğrencilerin iş piyasasına daha iyi hazırlanması için önem taşımaktadır. Özellikle iş dünyasıyla yakın iş birliği içinde yürütülen ikili mesleki eğitim programlarının yaygınlaştırılması önerilmektedir. Bu sayede öğrencilerin mezuniyet sonrası kısa vadede yaşayacakları işsizlik riski azalırken, kariyer başlangıcında kazançlarının da artması beklenmektedir.
Kaynak: Oswald-Egg, M. E., & Renold, U. (2021). No experience, no employment: The effect of vocational education and training work experience on labour market outcomes after higher education. Economics of Education Review, 80, 102065. https://doi.org/10.1016/j.econedurev.2020.102065
Ekonomik Koşulların Öğrencilerin Eğitim Beklentileri Üzerindeki Etkisi
Expecting less in hard times: How the state of the economy influences students’ educational expectations
Öğrencilerin eğitim beklentileri, onların akademik çabalarını, eğitim tercihlerini ve gelecekteki başarılarını şekillendiren kritik bir faktördür. Eğitim beklentileri, bireylerin gerçekçi şekilde ulaşmayı umdukları eğitim seviyesini ifade eder ve sosyal hareketlilik açısından belirleyici olabilmektedir. Öğrenciler bu beklentilerini çeşitli çevresel faktörlere dayandırır. Akademik performans, öğretmenlerin yönlendirmeleri ve aile desteği gibi faktörler bu süreci etkiler. Ancak, makroekonomik koşulların eğitim beklentileri üzerindeki etkisi hakkında sınırlı sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu çalışma, ekonomik durgunlukların ve düşük büyüme oranlarının öğrencilerin eğitim beklentileri üzerindeki etkisini incelemektedir. Bu araştırmada, OECD ülkelerindeki öğrencilerin eğitim beklentileri ile Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) büyüme oranları arasındaki ilişki değerlendirilerek, ekonomik koşulların eğitim kararlarını nasıl şekillendirdiği analiz edilmektedir.
Amaç
Bu çalışmanın temel amacı, makroekonomik koşulların (özellikle ülke bazında ekonomik büyümenin) öğrencilerin lise sonrası eğitim beklentileri ve eğitim davranışları üzerindeki etkilerini incelemek, ekonomik durumdaki değişimlerin öğrenci gruplarına göre farklılaşıp farklılaşmadığını analiz etmek ve ekonomik koşulların öğrencilerin eğitimden beklentilerini nasıl etkilediğini araştırmaktır.
Yöntem
Temel Bulgular
Sonuç
Bu çalışma, ekonomik koşulların öğrencilerin eğitim beklentileri ve eğitimle ilgili davranışları üzerindeki etkisini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Öğrenciler, ekonomik belirsizlik dönemlerinde eğitim yatırımlarının gelecekteki getirilerini daha düşük görerek eğitim beklentilerini düşürmektedir.
Özellikle düşük akademik başarıya sahip öğrenciler ve kırsal bölgelerde yaşayan öğrenciler, ekonomik dalgalanmalardan daha fazla etkilenmektedir. Bu bulgular, eğitim politikalarının, sadece okul içi faktörlere değil, makroekonomik değişimlerin öğrenci beklentileri üzerindeki etkilerine de duyarlı olması gerektiğini göstermektedir. Eğitim sistemleri, ekonomik kriz dönemlerinde öğrencilerin eğitim beklentilerini sürdürebilmeleri için daha esnek ve destekleyici politikalar geliştirmelidir. Öğrencilerin eğitim beklentilerini artırmak ve uzun vadeli akademik hedeflerini koruyabilmelerini sağlamak için özellikle düşük gelirli ve akademik başarısı düşük öğrencilere yönelik rehberlik programları ve burs fırsatlarının artırılması önerilmektedir.
Kaynakça: Arnup, J. L., Black, N., & Johnston, D. W. (2024). Expecting less in hard times: How the state of the economy influences students’ educational expectations. Economics of Education Review, 103, 102606. https://doi.org/10.1016/j.econedurev.2024.102606
Öğretmenlerin İlişki Kurma Becerileri ve Öğrenci Başarısı
Teacher Relationship Skills and Student Learning
Giriş
Öğretmenlerin ilişki kurma becerileri, öğrencilerin akademik ve psikososyal gelişimlerini etkileyen kritik faktörlerden biridir. Eğitim araştırmaları, öğretmenlerin sınıf içindeki ilişki kurma kapasitesinin öğrencilerin öğrenme motivasyonunu artırdığını, sınıf ortamını pozitif yönde etkilediğini ve öğrenme süreçlerinde önemli gelişmeler sağladığını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, öğretmenin öğrencilerle ve öğrencilerin birbirleriyle olan ilişkilerini şekillendirme yeteneğinin doğrudan eğitim çıktılarını nasıl etkilediğinin sistematik olarak incelenmesi, eğitim politikaları açısından büyük önem taşımaktadır. Norveç’te gerçekleştirilen ve geniş ölçekli öğrenci verilerini içeren bu araştırma, öğretmen-öğrenci ilişkilerini ölçmek için öğrenci algılarına dayalı yeni bir ölçek geliştirmekte ve öğretmen ilişki becerilerinin zaman içindeki istikrarını test etmektedir.
Amaç
Araştırmanın temel amacı, öğretmenlerin sınıf içinde pozitif ilişkiler kurma yeteneklerinin öğrencilerin akademik başarılarına (okuma-yazma ve matematik) ve sosyal-duygusal gelişimlerine olan etkisini incelemek, bu ilişki becerilerinin öğretmenler arasındaki farklılığını ortaya koymak ve öğretmen-öğrenci ilişkilerinin eğitim çıktılarındaki rolünü analiz etmektir.
Yöntem
Temel Bulgular
Sonuç
Bu çalışma, öğretmenlerin öğrenciyle ve sınıf içindeki diğer öğrencilerle kurduğu ilişki becerilerinin, akademik ve sosyal gelişimde kritik bir rol oynadığını ortaya koymaktadır. Öğrencilerle güçlü, destekleyici ve pozitif ilişkiler kuran öğretmenlerin, yalnızca akademik başarıyı değil, öğrencilerin motivasyonlarını ve öğrenme süreçlerine yönelik tutumlarını da olumlu yönde etkilediği bulunmuştur. Elde edilen bulgular, öğretmenlerin ilişki becerilerinin değerlendirilmesi ve geliştirilmesine yönelik politikaların eğitim sistemine entegrasyonunun önemini vurgulamaktadır. Öğretmen değerlendirme sistemlerinde yalnızca akademik performansa değil, öğrenci ilişkileri ve sınıf yönetimi gibi faktörlere de ağırlık verilmelidir.
Kaynak: Thijssen, M.W.P., Rege, M., & Solheim, O.J. (2022). Teacher relationship skills and student learning. Economics of Education Review, 89, 102251. https://doi.org/10.1016/j.econedurev.2022.102251
TOPLUM
ARAŞTIRMALARI
Journal of Child and Family Studies
Journal of Child and Family Studies, çocuklar, ergenler ve ailelerin davranışsal sağlığı ve refahını ele alan uluslararası, akademik değerlendirmeye tabi bir dergidir. Disiplinler arası ve ekolojik bir yaklaşımı benimseyerek birey, aile ve toplum bağlamlarının çocuk ve gençlerin refahı üzerindeki etkilerini inceler. Dergi, özgün uygulamalı ve çeviri araştırmaların yanı sıra sistematik ve kapsamlı derlemeler, ampirik araştırmalara dayalı kısa raporlar yayımlamaktadır. Farklı veri kaynakları ve coğrafi bölgelerden gelen çeşitli metodolojilere sahip çalışmaları kabul eden dergi, çocuk ve aile çalışmalarına geniş bir perspektiften katkı sunmayı amaçlamaktadır.
Ergen Babaların Deneyimleri: Nitel Bir Çalışma
Adolescent Father’s Experiences: A Qualitative Study
Babalık kavramı, içinde yaşanılan topluma göre rolleri belirlenen bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’de gerçekleştirilmiş bu araştırmanın konusunu da ergen babalar oluşturmakta ve bu konu derinlemesine incelenmektedir. “Ergen Babalık” kavramı, ergenlik döneminde babalık rolü üstlenen kişiler için kullanılan bir kavram olmakla birlikte, bu çalışmada yaşları 20-25 yaş aralığı içerisinde belirlenen bir örneklemi oluşturmuştur. Ergen babaların, babalık deneyimlerini ve duygularını konu edinen bu çalışma, ebeveynliğin getirdiği rol ve sorumlulukların yanı sıra ergen babaların kimlik gelişimleri, kişisel gelişimleri gibi hususları da ele almıştır. Türkiye’ye ait verileri de kapsayan bu çalışma ergen babaların rol algılarını inceleyen ilk araştırma olmasıyla özgün bir nitelik taşımaktadır.
Amaç
Bu çalışmanın amacı, ergenlik döneminde baba olan kişilerin, babalık rollerini, deneyimlerini, duygularını ele almak ve erken ebeveynliğe yönelik görüşlerini incelemektir. Bu amaç doğrultusunda, “Ergenlik döneminde baba olan bireyler, ergen yıllarında ve erken yetişkinlik dönemlerinde hangi deneyimleri yaşarlar?” araştırma sorusu üzerinde durulmuştur. Literatürde sınırlı ve Türkiye’de ise hiç üzerinde durulmamış olan bu konu hakkında bütünsel bir yaklaşım sunmak ve literatüre katkıda bulunmak, araştırmanın amaçlarından bir diğeri olarak ele alınabilir.
Yöntem
Metodoloji: Bu çalışmada, nitel araştırma yöntemi tercih edilmiş, fenomenolojik tasarım kullanılmıştır. Bu doğrultuda, 16 soruluk anket formu ve yarı yapılandırılmış soru formu oluşturulmuştur. Hazırlanan soruların konuları; babalık duyguları, bebek bakımı, ergen bireyin babalık rolleri ve sorumlulukları, ergen bireyin devam eden kimlik gelişimi gibi başlıkları içermektedir. Bu sorular, farklı alanların uzmanları tarafından değerlendirmeye alınmış ve bu değerlendirmenin sonucunda kesinleştirilmiştir. Pilot çalışmanın da gerçekleştirilmiş olması yönteme dair unsurları gözden geçirmeyi sağlamıştır. Nitel veriler, çevrim içi görüşmeler ile toplanmış, mülakatlar Türkiye’nin farklı coğrafi bölgelerinde yaşayan kişiler ile gerçekleştirilmiştir.
Veri Toplama: Çalışmada, yaş aralıkları 20 ile 25 yaşları arasında olan 11 baba ile görüşme yapılmıştır. Örneklem seçiminde homojen vaka örneklemesi ve kartopu-zincirleme örnekleme yöntemleri tercih edilmiştir. Türkiye’nin altı farklı şehrinde yaşayan katılımcıların ergenlik yaş sınırları içerisinde baba olmaları, ana dillerinin Türkçe olması ve Türkiye’de doğup yaşıyor olmaları kriterlerini taşımaları gözetilmiştir. Veri toplama sürecinde anket ve yarı yapılandırılmış görüşme formu kullanılmıştır. Katılımcılara onam formu verilmiş, mülakat sürecini onaylayan gönüllüler ile araştırma süreci devam etmiştir.
Veri Analizi: Bu araştırmanın veri analizi için Max Qualitative Data Analysis (MAXQDA) Analytics Pro2022 isimli nitel analiz programı tercih edilmiştir. Nitel kodlama süreci sonunda 45 kod oluşturulmuş; tümevarımsal kodlama metodolojisi kullanılmıştır. Tümevarımsal kodlama ile temalar aşamalı olarak oluşturulmuş ve 5 ana tema belirlenmiştir.
Temel Bulgular
Ergen babaların çocuklarının bakımıyla ilgili deneyimlerinin araştırıldığı bu çalışmada, nitel veri analizi sonucunda beş ana tema belirlenmiştir: Baba olmanın duyguları ve deneyimleri, sosyal desteğe olan ihtiyacın artması, ergen baba olmanın neden olduğu yaşam tarzı değişiklikleri, ergen baba olmanın olumlu ve olumsuz etkileri, erken evlenmeyi ve baba olmayı düşünenler için öneriler.
Çalışmaya katılan görüşmecilerin duygu ve deneyimleri ele alındığında, olumlu ve olumsuz durumlar birlikte tespit edilmiştir. Baba olmanın getirdiği mutluluk ve heyecan gibi olumlu duyguların yanında, bir çocuğun sorumluluğunu almanın getirdiği endişe de görülmektedir. Ekonomik kaygıları yoğun olan ergen babalarda deneyimsizlik ve yetersizlik hissinin de yoğun olduğu ifade edilmektedir. Bebek bakımı konusunda yaşanan tüm endişelere rağmen babaların bakım süreçlerine katılım konusunda istekli oldukları da gözlemlenmiştir. Çalışmanın bulgularının, geleneksel babalık rollerine zıt bir durumu yansıttığı ifade edilmiştir. Bu doğrultuda, babaların ilgili konularda eğitim ve destek süreçlerine katılımının sağlanması gerektiği öneri olarak sunulmuştur.
Babaların yaşadığı en önemli sorunlardan biri de maddi sıkıntılar olarak karşımıza çıkmaktadır. Ergen babalar için maddi sıkıntılar, aile desteğine olan ihtiyacı arttıran bir durum olarak gözlemlenmiştir. Bu anlamda sosyal desteğe olan ihtiyaç ciddi bir şekilde görülmekte, bu durum ekonomik anlamda bağımsız bir ebeveyn olmayı ve çekirdek aile kurmayı zorlaştıran bir etken olarak değerlendirilmektedir. Finansal ve çocuk bakımı yardımlarının geniş aile tarafından sağlandığı görülmüş ve sosyal desteğin önemi bu hususta vurgulanmıştır. Bez ve kıyafet değiştirme, banyo yaptırma gibi çocuk bakımı konularında bilgisiz ve deneyimsiz olan katılımcılar bu durumu geniş aile desteği almakla aştıklarını ifade etmişlerdir. Bu anlamda, genç yaştaki babaların destek konusundaki ihtiyaçları ve ihtiyaçlara ulaşımdaki eksiklikleri tespit edilmiştir.
Baba olmanın kattığı sorumluluk ve olgunluk hâli çalışmanın bulgularından biri olmuştur. Genç yaşta baba olan kişilerin, ebeveyn olduktan sonra hayatlarında yaşadıkları değişimler vurgulanmıştır. Babalık kimliğini kazanma sürecinde dışarısı ile olan ilişkinin kesilmesi veya azalması, eve olan bağlılığın ise artması gibi durumlar görülmektedir. Kendi ihtiyaçlarını geri plana atıp çocuğun ihtiyaçlarını öncelikli tutmak da yine babaların yaşam şeklindeki bir değişiklik olarak aktarılmaktadır.
Bu çalışma sonucunda, katılımcıların ergen baba olmanın olumsuz yanlarından çok olumlu yanlarını vurguladıkları görülmüştür. Olumsuz etkiler, kişinin eğitiminin aksaması veya bitmesi, iş ve maddi süreçlerdeki zorluklar şeklinde ifade edilmiştir. Katılımcıların birçoğunun ilkokul mezunu olması da bu sonucu destekleyen bir bulgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte olumlu taraflar ise sorumluluk duygusunun güçlenmesi ile ifade edilmiştir. Genç yaşta yaşanan tüm zorlu süreçlerin kişiyi olgunlaştırdığı ve kişinin sorumluluk duygusunu pekiştirdiği görülmektedir. Ayrıca tüm bu sorumlulukların kötü alışkanlıklardan uzak durmayı da kolaylaştırdığı sonucuna ulaşılmıştır.
Çalışmanın bulgularına göre, katılımcıların baba olma konusunda daha ileri yaşları tavsiye ettikleri görülmektedir. Babalığın daha çok olumlu yanlarından bahseden katılımcılar, baba olmanın getirdiği sorumluluklar sebebiyle daha olgun yaşlarda baba olmanın önemli olduğunu vurgulamışlardır. Bu anlamda katılımcılar her ne kadar babalığın olumlu taraflarına daha çok vurgu yapsalar da babalık süreci için daha planlı olmanın önemine de değinmişlerdir.
Sonuç
Bu çalışma, ergen babaların deneyimleri ve babalıkla ilgili duygu ve düşüncelerini ele almış, sonuç olarak da babaların duygusal, sosyal, finansal destek ihtiyaçlarına vurgu yapmıştır. Türk toplumundaki babalık algısını ve ebeveynlik şekillerini yansıtan bu çalışma, ergen babaların aile desteğine duyduğu ihtiyacın hem önemli olması hem de birey üzerinde baskı oluşturması yönüyle değerlendirmiştir. Aile desteği, kişiye destek sağlamakla birlikte ebeveyn rollerini kısıtlama ve engelleme gibi durumlara da yol açabilmektedir. Bu anlamda devlet destekli yolların geliştirilmesi gerektiği de öneri olarak sunulmuştur. Böylece babaların rol ve sorumluluklarını bağımsız bir şekilde alabilecekleri ifade edilmiştir. Bununla birlikte erken yaşta baba olan kişilerin babalık rollerine uyumunu destekleyen müdahale çalışmaları, profesyonel ve sosyal destek ağları da önemli görülmüştür.
Kaynak: Erbay, E., Tecik, S., Menekşe, D., & Çınar, N. (2025). Adolescent fathers’ experiences: A qualitative study. Journal of Child and Family Studies. https://doi.org/10.100
Journal of Marriage and Family
Journal of Marriage and Family (JMF), aile, evlilik ve yakın ilişkiler üzerine güncel ve kapsamlı, kuramsal ve ampirik araştırmaları yayımlayan saygın bir akademik dergidir. Alanında öncü olan JMF, aile çalışmalarının disiplinler arası doğasını yansıtarak, sosyoloji, psikoloji, ekonomi ve antropoloji gibi farklı bilim dallarından araştırmacıların çalışmalarını bir araya getirir. JMF, aile yapılarının, evlilik dinamiklerinin ve bireyler arası ilişkilerin değişen toplumsal bağlamlarda nasıl şekillendiğini ele alır. Dergide yayımlanan makaleler, teorik perspektifleri zenginleştirirken, araştırma bulgularını sosyal politika yapıcılar ve uygulayıcılar için anlamlı önerilere dönüştürme potansiyeli taşır. Coğrafi veya kültürel bir sınırla kendini kısıtlamayan JMF, küresel ölçekte aile yaşamını ve ilişkileri etkileyen meseleleri inceler. Dergi, aile çalışmaları alanında güçlü bir akademik zemin oluşturarak, ailelerin toplumsal değişimler karşısındaki dönüşümünü anlamaya yönelik önemli katkılar sağlar. Her sayı, farklı metodolojik yaklaşımlar ve geniş bir konu yelpazesi sunarak okuyuculara aile ve evlilik çalışmalarını çok yönlü bir perspektifle inceleme fırsatı tanır. JMF, akademisyenlerden politika yapıcılara kadar geniş bir kitleye hitap eden kapsamlı ve derinlemesine içerikleriyle, aile çalışmalarının gelişimine öncülük eden bir referans kaynağıdır.
Evlilik Memnuniyetinin Artması ve Azalmasının Bilişsel İşlev Üzerindeki Asimetrik Etkileri
The Asymmetric Effects of Improving and Declining Marital Satisfaction on Cognitive Function
Bireylerin bilişsel işlevlerini (düşünme, muhakeme, dil ve karar verme vb. süreçler) etkileyen sosyal faktörler bulunmaktadır. Literatürde, evlilik memnuniyetinin bilişsel işlevi desteklediği bilinmektedir. Bu çalışmada da evliliğin bilişsel işlev üzerindeki etkisi ele alınmış, evlilik memnuniyetinin artması ve azalması durumunda ne gibi etkilerin ortaya çıktığı araştırılmıştır.
Amaç
Evlilik ve bilişsel işlev üzerine yapılan önceki çalışmalarda genel itibarıyla bu iki durumun simetrik etkileri üzerinde durulmaktadır. Bu çalışmanın amacı ise, asimetrik etkileri ele alarak evlilik ve bilişsel işlev arasındaki ilişkiyi incelemek olmuştur. Evlilik memnuniyetinin artması ve azalmasının bilişsel işlev üzerinde farklı şekillerde etkisinin olacağı fikrinden yola çıkarak asimetrik etkiyi incelemek amaçlanmıştır.
Yöntem
Metodoloji:
Bu çalışmada, evlilik memnuniyeti ile bilişsel işlev arasındaki boylamsal ilişkiyi anlamak için standart sabit etkiler[a] modeli uygulanmıştır. Ayrıca araştırmada asimetrik sabit etkiler modelleri kullanılmış ve evlilik memnuniyetindeki değişimler, pozitif (artış) ve negatif (azalış) bileşenlere ayrılarak ayrı ayrı analiz edilmiştir. Bilişsel rezerv, kaynaklara erişim ve partnerliğin yaşa bağlı değişkenliği gibi faktörleri dikkate alarak, orta yaşlı ve yaşlı yetişkinler için ayrı analizler yapılmıştır. Son olarak, evlilik memnuniyetinin bilişsel işlev üzerindeki asimetrik etkilerinin cinsiyete göre farklılaşıp farklılaşmadığını incelemek amacıyla cinsiyete göre katmanlandırılmış analizler gerçekleştirilmiştir.
Veri Toplama: Bu araştırmada, 2006-2018 yılları arasında yürütülen Güney Kore Boylamsal Yaşlanma Çalışması’ndan (KLoSA) elde edilen yedi dalga verileri kullanılmıştır. Çalışma, 7407 katılımcı ve 36.807 gözlemden oluşmaktadır. KLoSA, 45 yaş ve üzeri bireylerin sosyoekonomik durumu, ruh sağlığı ve fiziksel sağlığı gibi çeşitli alanlarda bilgi toplamak amacıyla iki yılda bir yapılan ulusal düzeyde temsili bir anket çalışmasıdır. Örneklem, Kore İstatistikleri Nüfus ve Konut Sayımına (Population and Housing Census of Korea Statistics) dayandırılmış ve konut türü (apartman veya normal konut) ile coğrafi konum (kentsel veya kırsal alan) dikkate alınarak çok aşamalı tabakalı örnekleme yöntemiyle belirlenmiştir. Çalışmada kullanılan veriler anonimleştirilmiş olup, tüm katılımcılardan bilgilendirilmiş onam formu alınmıştır.
Veri Analizi: Bu çalışmada, evlilik memnuniyeti ile bilişsel işlev arasındaki ilişkiyi analiz etmek için öncelikle, geleneksel Birleştirilmiş En Küçük Kareler (OLS) modelleri uygulanmıştır. Ancak, OLS modelleri bireyler arasındaki gözlemlenemeyen farklılıklardan (örneğin, kişilik, genetik faktörler veya evlilik geçmişi) kaynaklanan ön yargılara duyarlı olabilir. Bu sorunu gidermek için sabit etkiler modelleri kullanılmıştır. Sabit etkiler modelleri, bireylere özgü ve zamana bağlı olmayan faktörleri kontrol ederek daha güvenilir tahminler sunar. Ancak, standart sabit etkiler modelleri evlilik memnuniyetindeki artış ve azalışın etkilerini simetrik olarak ele alır. Bu nedenle, çalışmada asimetrik sabit etkiler modelleri de kullanılarak evlilik memnuniyetinin pozitif ve negatif değişimlerinin ayrı ayrı incelenmesi sağlanmıştır.
Temel Bulgular
Bu çalışmanın bulguları, evlilik memnuniyetindeki değişimlerin bilişsel işlev üzerindeki etkilerinin simetrik olmadığını göstermektedir. Standart sabit etkiler modelleri, evlilik memnuniyetinin artış ve azalışının bilişsel işlev üzerindeki etkilerinin eşit olduğunu varsayarken, asimetrik sabit etkiler modelleri, evlilik memnuniyetindeki düşüşün bilişsel işlev üzerinde daha güçlü olumsuz etkiye sahip olduğunu ortaya koymuştur. Bu durum, evlilik memnuniyetindeki azalmanın, bilişsel gerilemeyi hızlandırabileceğini göstermektedir.
Orta yaşlı katılımcıların bilişsel işlev seviyeleri yaşlı yetişkinlere kıyasla daha yüksek çıkmıştır. Orta yaşlı kişilerde bu oran %27,73 iken, yaşlı kişilerde %25,61 olmuştur. Aynı şekilde evlilik memnuniyeti de orta yaşlı katılımcılarda daha yüksek çıkmıştır. Orta yaşlı katılımcıların evlilik memnuniyet oranları %72,46 iken, yaşlı katılımcıların oranları %70,67 şeklindedir. Ayrıca, yaşlı yetişkinlerde evlilik memnuniyetinin azalmasının, orta yaşlı yetişkinlere kıyasla bilişsel işlev üzerinde daha olumsuz bir etkisi olduğu bulunmuştur.
Bu çalışmada, 2006 ve 2018 sürelerini kapsayan dalgalar incelendiğinde, yıllara göre evlilik memnuniyetinin sabit kaldığı %25-35 gibi bir oran ile görülmektedir. Bununla birlikte evlilik memnuniyetinin arttığı ve azaldığı yıllar değişiklik göstermektedir. Evlilik memnuniyetindeki artış %29,47 ile %35,68 arasında bir oran ile değişirken, evlilik memnuniyetindeki azalma %28,46 ile %44,70 arasında bir oran ile değişiklik göstermiştir.
Çalışmanın bulguları, evlilik memnuniyetindeki değişimler ile bilişsel işlev arasında anlamlı bir ilişki olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu iki durumun birbiri üzerindeki etkinin asimetrik olduğu görülmüştür. Buna göre, azalan evlilik doyumunun bilişsel işlev üzerindeki etkisi, artan evlilik doyumunun bilişsel işlev üzerindeki etkisinden daha güçlüdür.
Bu çalışmanın sonucuna göre, evlilik memnuniyeti ve bilişsel işlev arasındaki asimetrik etkilerin cinsiyet faktörüyle anlamlı bir ilişkisi olmamıştır. Hem kadınlar hem de erkekler için evlilik memnuniyetindeki azalışın, artışa kıyasla bilişsel işlev üzerinde daha güçlü bir etkiye sahip olduğu görülmüştür.
Sonuç
Bu çalışma, Güney Kore’deki orta yaşlı ve yaşlı yetişkinler üzerinde gerçekleştirilen uzun vadeli bir araştırmaya dayanarak, evlilik memnuniyetinin bilişsel işlev üzerindeki etkilerini incelemektedir. Literatürdeki önceki çalışmalardan farklı olarak, simetrik etki varsayımının ötesine geçerek asimetrik sabit etki modellerini kullanan ilk araştırma olma özelliğini taşımaktadır. Bulgular, özellikle yaşlı yetişkinlerde evlilik memnuniyetindeki değişimlerin bilişsel işlev üzerinde asimetrik etkiler yarattığını göstermiştir. Çalışma, evlilik memnuniyetinin bilişsel işlev üzerindeki etkilerinin yaşa göre farklılık gösterdiğini, ancak cinsiyet temelinde anlamlı bir farklılık bulunmadığını ortaya koymaktadır. Yaşlı yetişkinlerde evlilik memnuniyetindeki düşüş, bilişsel gerileme üzerinde daha güçlü bir olumsuz etkiye sahipken, orta yaşlı bireylerde evlilik memnuniyetindeki artışın bilişsel işlevi koruyucu veya geliştirici bir rol oynayabileceği sonucuna ulaşılmıştır. Bu bulgular, evliliğin bireylerin bilişsel sağlığı üzerindeki etkisini anlamak açısından önemli bir perspektif sunmaktadır.
Kaynak: Kim, J., & Hwang, S. (2024). The asymmetric effects of improving and declining marital satisfaction on cognitive function. Journal of Marriage and Family, 86(4), 887–909. https://doi.org/10.1111/jomf.12991
New Media & Society, yeni medyanın gelişimiyle ortaya çıkan toplumsal, kültürel, politik ve bireysel etkileri ele alan, uluslararası ve disiplinler arası bir akademik dergidir. Medya ve toplumsal değişim arasındaki ilişkiyi küresel ve yerel boyutlarıyla incelerken, teorik ve ampirik araştırmalara dayalı eleştirel tartışmalara yer verir. Dergi; dijitalleşme, sanal etkileşim, internet kültürü, tüketim ve vatandaşlık, topluluk ve kimlik oluşumu, medya düzenlemeleri gibi konuları kapsar. İletişim, medya ve kültürel çalışmalar başta olmak üzere sosyoloji, antropoloji, coğrafya, ekonomi, siyaset bilimi gibi farklı disiplinlerden gelen akademik çalışmalara da yer vermektedir. New Media & Society, medya ve bilgi değişiminin toplumsal dinamiklerini anlamaya yönelik disiplinler arası bir platform sunarak hem çağdaş hem de tarihsel perspektiflerden medya dönüşümünün etkilerini, belirleyicilerini ve engellerini analiz etmeyi amaçlamaktadır.
Ebeveynlerin Çocukların İnternet Kullanımına İlişkin Kısıtlayıcı Yol Göstericiliği: Neye ve Kime Göre Etkili?
Parental Restrictive Mediation of Children’s Internet Use: Effective for What and for Whom?
Dijital araçların çocuklar için çevrim içi fırsatları ve riskleri bir arada sunması, ebeveynlerin dijital araçlar üzerindeki kontrolünü daha önemli kılmaktadır. Çalışmada, ebeveynlerin bu rolü gözetilerek “kısıtlayıcı yol göstericilik” kavramı üzerinde durulmuştur. Kısıtlayıcı yol göstericilik kavramı, çocuğun izleme süresini sınırlamak veya yasaklamak anlamında açıklanmıştır. Bu çalışmada, ebeveyn yol göstericiliği konusu ele alınmış, bu kavram ebeveyn ve çocukların medya hakkındaki iletişim biçimlerini açıklamak amacıyla incelenmiştir. Yol göstericilik türlerinden de kısıtlayıcı yol göstericilik üzerinde durulmuş; kısıtlayıcı yol göstericilik üç etki etrafında incelemeye alınmıştır: çevrim içi geçirilen zaman, olumsuz içerik veya risklere maruz kalma, bağımlılık oluşturan internet kullanımı.
Amaç
Bu çalışmanın amacı, kısıtlayıcı yol göstericiliği etkileyen faktörleri incelemek, kısıtlayıcı yol göstericiliğin çocukların internet kullanımlarını nasıl etkilediğini ortaya çıkarmak, kısıtlayıcı yol göstericiliği kimler üzerinde daha etkili olduğunu anlamak şeklinde ifade edilmektedir. Bununla birlikte kısıtlayıcı yol göstericiliğin, çevrim içi geçirilen zamanı azaltmada, çevrim içi riskleri düşürmede, bağımlılık eğilimlerini önlemede de etkileri incelenmiştir. Bu üç etki üzerinden kısıtlayıcı yol göstericiliğin internet kullanımı üzerindeki etkisinin ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda, çalışmada hipotezlerle test edilen araştırma sorusu şu şekildedir: “Kısıtlayıcı yol göstericiliğin etkileri çocuğun yaşı, cinsiyeti ve öz kontrol düzeyi tarafından düzenleniyor mu?”
Yöntem
Metodoloji: Bu çalışmada, ebeveynlerin çocuklarının internet kullanımına yönelik kısıtlayıcı [b][c]yol göstericilik düzeyleri, demografik faktörler ve psikososyal değişkenlerle birlikte incelenmiştir. Kısıtlayıcı [d][e]yol göstericilik, ebeveynlerin çocuklarının çevrim içi etkinliklerini ne ölçüde kısıtladıklarını değerlendirmek amacıyla 9 maddelik 5’li likert ölçeği kullanılarak ölçülmüştür. Bu maddeler; zaman sınırlamaları getirme, belirli içeriklere erişimi engelleme, kişisel bilgilerin paylaşımını önleme, üyelik oluşturmayı sınırlandırma, çevrim içi alışverişi ve oyunları yasaklama gibi uygulamaları kapsamaktadır. Ayrıca, çevrim içi sohbetin engellenmesi, bilgisayar oturum açma sistemlerinin kullanımı ve filtreleme yazılımlarının yüklenmesi gibi teknikler de değerlendirilmiştir. Bunun yanı sıra, düşük öz-kontrol düzeyi, Grasmick ve arkadaşlarının (1993) geliştirdiği ölçek temel alınarak hem ebeveynler hem de çocuklar tarafından ayrı ayrı ölçülmüştür. Ebeveynlerin internetin olumsuz etkilerine dair algıları ve internet becerileri, sırasıyla 5 ve 10 maddelik ölçeklerle belirlenmiştir. Çocukların internette geçirdiği süre hafta içi ve hafta sonu olmak üzere dakika cinsinden ölçülürken, çevrim içi risklere maruz kalma durumu son bir ay içindeki deneyimlerine göre ikili (var/yok) formatta değerlendirilmiştir. İnternet bağımlılığı ise Young’un (1999) geliştirdiği 8 maddelik ölçekle ölçülmüştür.[f][g]
Veri Toplama: Araştırmada, 10-15 yaş arasındaki çocuklar konum, cinsiyet ve sınıf düzeyine göre kota örnekleme yöntemiyle seçilmiş, ebeveynleri de ankete katılmışlardır. Ebeveynlerin soruları; kısıtlayıcı yol göstericilik teknikleri, internetin olumsuz etkisine ilişkin algı, çocuğun öz kontrolüne ilişkin algı, internet becerileri konularından oluşmuştur. Çocuklara yönelik anket soruları ise; çevrim içi zaman, riskli davranışlar, bağımlılık derecesinde kullanım, öz kontrol ve demografik değişkenlerden oluşmuştur. Anketler, yalnızca eğitimli bir görüşmeci eşliğinde, ebeveynlere ve çocuklara birbirinden bağımsız şekilde uygulanmıştır. Toplamda 600 ebeveyn-çocuk çifti ankete katılmış olup, katılımcı ebeveynlerin büyük çoğunluğunu (566 kişi) anneler oluşturmuştur. Ebeveyn cinsiyetinin aracılık stratejileri üzerindeki etkisini, cinsiyet değişkenininin sonuçları etkilemesini önlemek amacıyla, analizlerde yalnızca anne ve çocuklarına ait veriler kullanılmıştır.
Veri Analizi: Çalışmada, ebeveynlerin kısıtlayıcı yol göstericilik düzeyini etkileyen faktörler ve bu yol göstericiliğin çocukların internet kullanımına etkisi regresyon analizleri ile incelenmiştir. Çocuğun yaş, cinsiyet ve öz kontrol düzeyinin bu etkiler üzerinde düzenleyici bir etkisi olup olmadığı da araştırılmıştır. Bu çalışmada, kısıtlayıcı yol göstericiliğin eşitli faktörlerle ilişkisini incelemek amacıyla bir dizi hipotez test edilmiştir; hipotezler şu şekildedir:
H1: Çocuğun yaşı, kısıtlayıcı yol göstericilik düzeyiyle negatif ilişkili olacaktır.
H2: Ebeveynlerin çocukları üzerindeki internetin olumsuz etkisine ilişkin algıları, kısıtlayıcı yol göstericilik düzeyiyle olumlu yönde ilişkili olacaktır.
H3: Ebeveynlerin çocuklarının düşük öz kontrol algısı, kısıtlayıcı yol göstericilik düzeyiyle pozitif ilişkili olacaktır.
H4: Ebeveynlerin internet becerileri kısıtlayıcı yol göstericilik düzeyiyle pozitif ilişkili olacaktır.
H5: Kısıtlayıcı yol göstericilik, çocukların çevrim içi geçirdikleri zaman miktarıyla olumsuz ilişkili olacaktır.
H6: Kısıtlayıcı yol göstericilik, çocukların çevrim içi risklere maruz kalmasıyla olumsuz ilişkili olacaktır.
H7: Kısıtlayıcı yol göstericilik, çocukların bağımlılık yapıcı internet kullanımına olumsuz yönde etki edecektir.
Temel Bulgular
Bu çalışmanın bulguları, ebeveynlerin internetin olumsuz etkilerine ve çocuklarının düşük öz kontrolüne dair algılarının yanı sıra çocuğun yaşının, kısıtlayıcı yol göstericiliğin önemli belirleyicileri olduğunu göstermektedir. Ayrıca, kısıtlayıcı yol göstericiliğin çevrim içi geçirilen zamanı ve risklere maruziyeti azaltmada etkili olduğu, bu etkinin, özellikle düşük öz düzenlemeye sahip çocuklarda daha belirgin olduğu tespit edilmiştir.
Çalışma bulguları, çocuğun yaşının artmasıyla ebeveynlerin kısıtlayıcı yol göstericilik düzeyinin azaldığını göstermektedir. Daha küçük yaştaki çocuklar için ebeveynler, internet kullanımını sınırlandırmaya yönelik çeşitli stratejileri daha sık kullanmaktadır. Ancak, çocuğun cinsiyeti ile ebeveynlerin kısıtlayıcı yol göstericilik düzeyi arasında anlamlı bir ilişki tespit edilmemiştir.
Ebeveynlerin internetin çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerine dair algıları arttıkça, çocuklarının çevrim içi aktivitelerini kontrol etme eğilimleri de artmaktadır. Bu durum, ebeveynlerin çocuklarını olası risklerden koruma amacıyla çeşitli kısıtlayıcı stratejileri daha sık uyguladıklarını göstermektedir. Dolayısıyla, ebeveynlerin internetin zararlarına dair endişeleri, onların çocuklarının dijital ortamda geçirdiği zamanı ve erişebileceği içerikleri sınırlama yönündeki tutumlarını şekillendirmektedir.
Ebeveynlerin, çocuklarının düşük öz kontrolüne sahip olduğunu düşündüklerinde kısıtlayıcı yol göstericiliği daha sık kullandıkları gözlemlenmiştir. Diğer bir deyişle, ebeveynler çocuklarının öz denetim becerilerini ne kadar düşük değerlendirirse, internet kullanımını sınırlandırmaya yönelik stratejileri o kadar yoğun şekilde uygulamaktadırlar.
Ebeveynlerin internet becerileri arttıkça, çocuklarının çevrim içi faaliyetlerini kısıtlama eğilimlerinin de arttığı görülmüştür. Dijital dünyaya daha aşina olan ebeveynler, çocuklarının internet kullanımını daha sık denetleyip düzenleyerek kısıtlayıcı stratejileri daha fazla uygulamaktadırlar. Ayrıca, ebeveyn yol göstericiliği, çocukların hem hafta içi hem de hafta sonu çevrim içi geçirdiği süreyle negatif ilişki göstermiştir. Yani, kısıtlayıcı yol göstericiliği uygulanması, çocukların internette geçirdiği zamanın azalmasıyla bağlantılı değerlendirilmiştir.
Ebeveynler kısıtlayıcı stratejileri ne kadar sık uygularsa, çocukların çevrim içi riskler ile karşılaşma olasılıkları o kadar azalmaktadır. Bu bulgu, ebeveyn müdahalelerinin, çevrim içi ortamda çocukları koruma konusunda etkili olabileceğini göstermektedir. Ancak, kısıtlamaların çocukların internet bağımlılığı eğilimlerini azaltmada belirgin bir etkisinin olmadığı tespit edilmiştir.
Analizler, düşük öz kontrol seviyesine sahip çocuklarda, ebeveynlerin kısıtlayıcı yol göstericiliğinin çevrim içi geçirilen zamanı azaltmada daha etkili olduğunu göstermiştir. Ayrıca, çevrim içi risklere maruz kalma üzerindeki koruyucu etki de yalnızca düşük öz kontrole sahip çocuklar için anlamlı bulunmuştur. Buna karşın, yüksek öz kontrole sahip çocuklarda, ebeveyn müdahalesinden bağımsız olarak çevrim içi risklere maruz kalma düzeyi düşük kalmıştır.
Sonuç
Bu çalışmada; yaş, cinsiyet, öz kontrol gibi faktörlerin kısıtlayıcı yol göstericilik ve çocukların internet kullanımı arasındaki ilişkisi üzerindeki etkisi ele alınmıştır. Ebeveynlik yaklaşımlarının, çocukların öz düzenleme becerilerini destekleyen etkileşimlere yönelmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Ayrıca, ebeveynlerin etkili arabuluculuk stratejileri uygulayabilmesi için yeterli internet becerilerine sahip olmalarının gerekliliği ortaya konmuştur. Genel olarak, bu çalışma, kısıtlayıcı ebeveyn arabuluculuğunun öngörücüleri, düzenleyicileri ve etkileri hakkında kapsamlı bir anlayış geliştirilmesine katkı sağlamaktadır.
Kaynak: Lee, S.-J. (2012). Parental restrictive mediation of children’s internet use: Effective for what and for whom? New Media & Society, 15(4), 466-481. https://doi.org/10.1177/1461444812452412 (Original work published 2013)
European Societies
European Societies, European Sociological Association’ın (ESA) amiral gemisi dergisi olup, Avrupa’da veya Avrupa hakkında yapılan sosyolojik araştırmalara odaklanmaktadır. MIT Press tarafından yayımlanan dergide, gönderilen makaleler, tarafsızlığı sağlamak için yazar ve hakemlerin kimliklerinin gizli tutulduğu titiz bir değerlendirme sürecinden geçer. Bir sosyoloji dergisi olmasının yanı sıra European Societies, Avrupa toplumlarının karşılaştığı sosyoekonomik ve sosyopolitik zorluklara da yer vermektedir. Avrupa sosyal yaşamının ve sosyokültürel yapısının tüm yönlerini kapsayan araştırmalara yer veren dergi, tüm sosyolojik yöntemlere ve teorik yaklaşımlara açıktır. Bunun yanı sıra, Avrupa dışındaki toplumlarla yapılan karşılaştırmalı çalışmalara da yer vererek küresel sosyolojik tartışmalara katkı sunmaktadır. Sosyoloji disiplinine dayansa da, European Societies, sosyolojik bilgiyi önemli ölçüde ilerleten veya sosyolojik teorileri diğer disiplinlerin perspektifleriyle bütünleştiren çalışmaları da kapsamaktadır. Bu doğrultuda, disiplinler arası yaklaşımları teşvik eden dergi, Avrupa toplumlarına dair özgün ve yenilikçi araştırmalara ev sahipliği yapmaktadır.
Hızlandırılmış Bir Geçişin Sosyodemografik Analizi: İspanya’da Yalnız Yaşamanın Yükselişi
Sociodemographic Analysis of an Accelerated Transition: The Rise of Solo Living in Spain
Tek kişilik hanelerin artışı son yılların en önemli sosyodemografik değişikliği olarak değerlendirilmektedir. İspanya özelinde yalnız yaşama konusunu inceleyen bu çalışma, tek kişilik haneleri yaş, cinsiyet, medeni durum ve eğitim düzeyi faktörleriyle birlikte incelemiştir. Bu çalışma, İspanya’da tek başına yaşayan bireylerin artışını ve bu değişimin demografik özelliklerini analiz etmektedir. Ulusal Hanehalkı Anketi’nden (National Household Survey) gelen en son mevcut verilerden hareketle yalnız yaşama oranlarındaki değişim ele alınmıştır. 1991’de nüfusun %4,1’i tek başına yaşarken, 2018’de bu oran %10’un üzerine çıkmış ve tek kişilik hanelerin toplam nüfus içindeki payı %13,3’ten %25,5’e yükselmiştir. Bu çalışma, yalnız yaşama eğilimindeki nesiller arası değişimi anlamak için demografik yapıyı ve sosyal değişim faktörlerini kesitsel analiz ve yarı kohort analizini birleştirerek incelemektedir.
Amaç
Bu çalışma, İspanya’da yalnız yaşayan bireylerin demografik yapısını ve nesiller arası değişim süreçlerini incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışma, yalnız yaşayan bireylerin sosyodemografik değişim eğilimlerini ortaya koyarak yalnız yaşama olasılığını etkileyen faktörleri değerlendirmektedir. Ayrıca, tek kişilik hanelerin özellikleri ve evrimi üzerinden, yalnız yaşamanın İspanya’daki önemini, doğasını ve sosyal sonuçlarını anlamaya yönelik önemli bir perspektif sunmaktadır.
Yöntem
Metodoloji: Bu çalışmada, yalnız yaşayan bireylerin genel oranları ve cinsiyet, yaş, nesil gibi temel demografik değişkenlere göre dağılımı hesaplanmıştır. Bunun yanı sıra, medeni durum ve eğitim düzeyi gibi sosyodemografik değişkenler de analizlere dâhil edilmiştir. Medeni durum, İkinci Demografik Geçiş kapsamında, bireylerin yaşam düzenlemelerinin çeşitlenmesini ve farklı hane tipleri arasındaki geçişleri anlamak açısından önemli bir değişken olarak ele alınmıştır. Eğitim düzeyi ise, sosyoekonomik değişim sürecinin bir göstergesi olarak değerlendirilmiştir.
Veri toplama: Bu çalışmada kullanılan veriler, İspanyol Ulusal İstatistik Enstitüsü (Spanish National Institute of Statistics) tarafından sağlanan 1991, 2001 ve 2011 yıllarına ait nüfus sayımı mikro veri örneklerinden elde edilmiştir. Bu çalışmada kullanılan veriler, 18 yaş üstü bireyleri kapsamaktadır. Verilerin analizi sırasında tanımlayıcı analizler ve çok değişkenli lojistik regresyon analizleri kullanılmıştır.
Veri analizi: Veri analizi sürecinde, medeni durum ve eğitim düzeyi kategorileri belirli standartlara uyum sağlamak amacıyla yeniden gruplandırılmıştır. Medeni durum analizinde, ayrılmış ve boşanmış kategorileri birleştirilirken, eğitim düzeyi için iki ana grup oluşturulmuştur: ilköğretim veya daha düşük ve ortaöğretim veya daha yüksek. Bu gruplama, nüfus sayımı verilerindeki değişken kodlamalarının tutarsızlıklarını en aza indirmek için Uluslararası Standart Eğitim Sınıflandırması (International Standard Classification of Education - ISCED) ile uyumlu hâle getirilmiştir. Nesil analizlerinde yaş aralığı 30-74 ile sınırlandırılmış, bununla birlikte 70-74 yaş üst sınır olarak belirlenmiştir. Çok değişkenli lojistik regresyon analizinde, her bağımsız değişken için bir referans kategorisi belirlenmiş ve analizlere çalışma durumu (emekli statüsü) da eklenmiştir.
Temel Bulgular
1991’den 2011’e kadar İspanya’da tek kişilik hanelerin oranı, özellikle 40 yaş altındaki genç yetişkinler ve 80 yaş ve üzerindeki yaşlı bireylerde belirgin bir artış göstermiştir. Örneğin, 1991 yılında 30-34 yaş grubundakilerin yalnız yaşama oranı %3 iken, 2011’de bu oran %10’a yükselmiş ve üç katına çıkmıştır. Yaşlı bireyler arasında ise en büyük artış 1991-2001 yılları arasında gerçekleşmiş, 2011’e kadar bu oran sabit kalmıştır. Genel olarak, en yaşlı yaş grupları hariç tutulduğunda, yalnız yaşama eğilimi erkekler ve kadınlar arasında önemli bir farklılık göstermemektedir.[h][i]
1991 yılında tek kişilik hanelerin yarısından fazlası (%55,38) 65 yaş ve üzerindekilerden oluşurken, bu oran 2011’de %46,58’e düşmüştür. Buna karşılık, 25-39 yaş arasındaki genç yetişkinlerde yalnız yaşama oranı önemli ölçüde artmış, 1991’de %13,36 olan oran 2011’de %23,76’ya yükselerek yaklaşık %78’lik bir artış göstermiştir. Bu değişim, tek başına yaşamanın artık yalnızca yaşlı nüfusa özgü bir durum olmaktan çıktığını göstermektedir.
Cinsiyet açısından bakıldığında, 1991 yılında 65 yaş ve üzerindeki tek başına yaşayan bireylerin büyük çoğunluğunu kadınlar oluşturmaktadır (%80) ve bu durum cinsiyet oranının 0,24 olmasına yol açmıştır. Ancak, 2011’e gelindiğinde bu oran 0,34’e yükselmiş, yani yaşlı erkeklerin tek başına yaşama oranı görece artmıştır. Öte yandan, aynı yıl aralıklarında genç yetişkinler arasında yalnız yaşama eğiliminin erkeklerde daha yaygın olduğu görülmüştür.
Nesiller arası karşılaştırmalara bakıldığında, belirli bir yaşta yalnız yaşayan bireylerin oranının her yeni nesilde arttığı görülmüştür. Bu artışın özellikle erkeklerde daha belirgin olduğu ifade edilmiştir. Örneğin, 40-44 yaş grubunda yalnız yaşayan erkeklerin oranı 1947-51 doğumlu nesilde %3’ün biraz üzerindeyken, 1967-71 doğumlularda %10’un üzerine çıkmıştır. Kadınlarda ise bu değişimin daha sınırlı olduğu görülmüş; aynı yaş grubunda yalnız yaşayan kadınların oranı %2,5’ten %5’e yükselmiştir.
İspanya’da tek başına yaşama eğiliminin yaşa bağlı olarak değiştiği görülmüş; yalnız yaşama eğiliminin 60-64 yaşa kadar erkekler arasında yaygınken, 65 yaş ve üzerinde kadınlar arasında daha belirgin hâle geldiği ifade edilmiştir. Bu durum, kadınların daha uzun yaşam süresi nedeniyle dul kalma olasılıklarının yüksek olmasına ve boşanma/ayrılık sonrası erkeklerin yalnız yaşama durumlarının artmasına [j][k]bağlanmaktadır. Ayrıca, tek kişilik hanehalklarının medeni durum dağılımı zamanla değişmiş, 1991’de baskın olan dul bireyler yerini 2011’de bekârlara bırakmıştır. Boşanmış/ayrılmış bireylerde tek kişilik hanelerin oranı ise 1991-2011 arasında üç katına çıkmıştır. Bu durum, evlilik ve ailenin toplumsal önemindeki değişimini ve bireysel yaşam tercihlerini yansıtmaktadır.
Çalışmanın bulgularına göre, eğitim düzeyi arttıkça tek başına yaşama olasılığı da artmaktadır. 1977-81 doğumlu erkekler arasında düşük eğitim düzeyi önceki nesle kıyasla yarıya inerken, kadınlarda bu oran %30’dan %15’e düşmüştür. Bu değişim, özellikle 1950’lerden sonra doğan nesillerde belirgindir. Yüksek eğitimli bireyler, düşük eğitimli bireylere göre daha fazla yalnız yaşama eğilimindedir ve bu etki kadınlarda daha yoğun tespit edilmiştir. 1991’de yüksek eğitimli kadınlar daha az yalnız yaşarken, 2001’den itibaren bu eğilim tersine dönmüş ve tek başına yaşama olasılıkları artmıştır. Üniversite mezunu kadınların, erkeklere kıyasla daha fazla yalnız yaşama eğiliminde olduğu görülmüştür.
Sonuç
Son yıllarda İspanya’da yalnız yaşama eğilimi belirgin bir şekilde artmış ve erkekler arasında bu olasılık 1991’e kıyasla neredeyse iki katına çıkmıştır. Kadınlar arasında artış gözlense de bu oran erkeklere kıyasla daha düşük kalmıştır. Dul kalma, yalnız yaşamayı etkileyen önemli faktörlerden biri olurken, boşanma ve ayrılık erkekler için daha belirleyici bir unsur olmuştur. Eğitim düzeyi de bu süreci etkileyen faktörlerden biri olup, özellikle kadınlarda yüksek eğitim düzeyi yalnız yaşama olasılığını daha fazla artırmaktadır. Genel olarak, demografik yapıdaki değişimler ve toplumsal tutumların dönüşümü, İspanya’da yalnız yaşama eğiliminin sürekliliğini desteklemektedir. Özellikle genç nüfus arasında yalnız yaşama eğiliminin ekonomik dalgalanmalardan bağımsız olarak devam etmesi, bireysel konut bağımsızlığının yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal normlarla da ilişkili olduğunu göstermiştir.
Kaynakça: Antonio D. Cámara, Carmen Rodríguez-Guzmán, I. Barroso-Benítez, Felipe Morente-Mejías; Sociodemographic analysis of an accelerated transition: the rise of solo living in Spain. European Societies 2021; 23 (1): 161–189. doi: https://doi.org/10.1080/14616696.2020.1793212
[a]kısaltmayı sildim
[b]Çalışmanın Güney Kore'de yapıldığına dair bilgi veriyor muyuz? ben göremedim
[c]yazmamıştım, uygunsa en başta şu şekilde belirtebilirim: "Güney Kore'de gerçekleştirilen bu çalışmada,..."
[d]Çalışmanın Güney Kore'de yapıldığına dair bilgi veriyor muyuz? ben göremedim
[e]yazmamıştım, uygunsa en başta şu şekilde belirtebilirim: "Güney Kore'de gerçekleştirilen bu çalışmada,..."
[f]Çalışmanın Güney Kore'de yapıldığına dair bilgi veriyor muyuz? ben göremedim
[g]yazmamıştım, uygunsa en başta şu şekilde belirtebilirim: "Güney Kore'de gerçekleştirilen bu çalışmada,..."
[h]üçüncü madde ile çelişmiyor mu?
[i]burada belli bir yaş aralığında anlamlı bir farklılık yok. 3. madde de yaşlı bireylerde cinsiyete göre anlamlı bir farklılık olduğu söyleniyor. bir de yıl farkı var, 2011'e kadar olan süreç için bu geçerli.
[j]ANLATIM BOZUKLUĞU
[k]düzenledim